Bülent BOSTANCI

BÜYÜK BARTIN SELİ

Bülent BOSTANCI

21 Mayıs 1998

 

Bartın Irmağı taşmış, şehrin büyük kısmı sular altında kalmıştı. Elektrikler kesik, haberleşme imkanları sıfırdı.

 

Suların yuttuğu bazı evlerin çatısında ve hatta ağaçlarda bile kurtarılmayı bekleyen insanlar vardı. Orduya ait bir helikopter sürekli şehrin üzerinde uçuyor ve mahsur kalan insanları kurtarmaya çalışıyordu.

 

O zaman toprak zemin olan Ömer Tepesi Futbol Sahası helikopterler için pist alanı olarak kullanılıyordu. Bazı ulusal haber kanalları da helikopterlerle bölgeye gelerek çekim yapmaya başlamışlardı.

 

Şehrin su basan noktalarında insanlar çaresizdi. Su basmak üzere olan kısımlarda ise ev eşyaları ve dükkanlarda yer alan malzemeleri kurtarmak için telaş vardı.

 

O günlerde çocuktum. Meraklı bir çocuk…

 

Sabahın erken saatleriydi. “Sel olmuş” denildiğinde apar topar evden fırlamıştım.

 

Birkaç arkadaşımla ilk durağımız Hendekyanı olmuştu.

 

İnanılmaz bir manzara vardı.

 

Hendekyanı Caddesi’nde Tuna Apartmanın olduğu yerde kayıklarla ekmek dağıtılıyordu.  Sular Devlet Hastanesi Kavşağının alt bölümünde yer alan mahallenin düzlüğüne kadar ulaşmıştı. O dönemler babamın işletmeciliğini yaptığı Orta Mahalle’de ki kahvehane de tavanlarına kadar sularla kaplanmıştı.

 

Koşarak asma mevkiine geçmiştik. Köprü görünmüyordu. Sular çağlayarak geçiyordu. Irmaktan buzdolaplarının, çekyatların geçtiğini görüyorduk. Yalı’da yer alan eski terminal binası dahil olmak üzere birçok yer sular altındaydı. Keza Kavaklı bölgesi de sular altındaydı. Koştura koştura Kemer bölgesine geçtiğimizde hafızamdan hiç çıkmayan şeylere tanıklık etmiştim

 

Bazı vatandaşlar gözyaşları döküyor, bazıları iş yerlerinden mallarını kurtarmaya çalışıyor bazıları ise çekirdek çıtlıyorlardı.

 

Evet… Çekirdek çıtlıyorlardı.

 

O günün ardından sular çekildiğinde ise geriye balçık deryası kalmıştı. Babamın kahvehanesinden tahta okey ıstakaları ile sokağa çamur attığımızı hatırlıyorum. Sadece bir kahvehanenin temizliği günlerce sürmüştü. Zararımız birkaç dolap ve ıvır zıvır şeylerdi.

 

Ya diğer iş yerleri? Beyaz eşya mağazaları, marketler… Milyonlarca lira zarar görenler vardı.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin gönderdiği su tankerleri, iş makineleri de olmasa sokaklardaki çamurdan, balçıktan kurtulmamız aylar alabilirdi.

 

Ve o günden sonra Bartın’a Türkiye’nin dört bir yanından yardımlar gelmeye başladı.

 

Ömer Tepesi’nde kurulan Kızılay çadırlarında arkadaşlarımla birlikte gönüllü çalışmaya başlamıştım. İl dışından gelen çeşit çeşit yardım malzemelerini sınıflandırıyorduk. Yemek yapan Kızılay aşçılarına yardım ediyorduk. Öğlen ve akşam saatlerinde yemek dağıtımı yapıyorduk. Yaklaşık bir aya yakın süre o çadırlarda Kızılay gönüllüsü olarak görev yaptık.

 

Çocuk aklımız ermiyordu ama dönen dolaplara da şahit oluyorduk. Bunlardan biri sel mağdurları için Türkiye’nin büyük bir mobilya firmasından gönderilen oturma gurupları ve çekyatlardı. İki tır dolusu mobilyanın hepsi bir depoya sıkıştırılmış ve ne yazık ki ihtiyaç sahipleri yerine vicdansız açgözlülere nasip olmuştu.

 

Bartın’a büyük büyük devlet adamları ardı sıra gelmişlerdi o günlerde. Helikopterlerle futbol sahasına iniyorlardı. Kızılay yardım merkezinin konuşlandığı bölgede Ömer Tepesi olduğu için gelenleri çok yakından görme şansımız da oluyordu. Her gelen devlet büyüğü Bartın için umuttu…

 

Yalnız, boşa çıkan umutlardı.

 

Bartın o dönemde devletten beklediği yardımı yeterli düzeyde görememişti. Hatta bankalardaki mevduatlara bakılıp “Bu şehir kendi kendine kalkınabilir” denildiği ve bu yüzden nakdi ya da diğer yardımlardan Bartın’ın mahrum kaldığı konuşulmuştu her yerde.

 

Bartın, 91 yılında siyasi mekanizma sayesinde il olmuştu. Bahsettiğim siyasi mekanizma için Bartın’ın önemi büyüktü. Çünkü Bartın ve Karabük, Zonguldak’a bağlı illerken Zonguldak gibi büyük bir ilin siyasi kaderini Bartın belirliyordu. Zonguldak ise Türkiye’nin siyasi kaderini etkileyen illerin başındaydı.

 

Bartın’dan çıkan siyasetçi isimlerde o dönemlerde siyaset arenasında adeta devleşiyordu.

 

Hasan Akyol, Zeki Çakan, Köksal Toptan gibi…

 

Tüm bunlara karşın 91’de il olan Bartın 98’de henüz çocuktu. Büyümeye çalışan bir çocuk.

 

98 seli o büyümeye çalışan çocuk için büyük bir yaraydı. 98 selinin açtığı yaralar bir şekilde sarıldı ama o gün Bartın’ın bir ayağı kırılmıştı. Ne yazık ki kırılan o ayak topal kaldı. Bartın, o günden sonra iyi kötü yürüdü ama bir türlü koşamadı.

 

O günden bugüne topalız ama yaşıyoruz…

 

“Çok şükür” der gibi.

Yazarın Diğer Yazıları